25 Ekim 2012 Perşembe

İDAM, HUKUKUN ASLİ GÖREVİ VE TOPLUMUN ROLÜ ÜZERİNE



"..kimse için ölmeyi hak etti demeyiniz, ölenlerin pek çoğu da yaşamayı hak ediyor;
Onlara yaşamı geri verebilir misiniz?"
J. R. R. Tolkien



İdam insanlık tarihinin en eski uygulamalarından biri olsa da geçen binlerce yılın ardından hâlen üzerinde müttefik olunmaması, konunun sayısız dinamik etkene ( çeşitli kültürler, dinler, politikalar vb.) bağlı olmasına yorulabilir. Elinizdeki yazı da idam cezasının ve kavramının nasıl ele alınması gerektiğine dair bazı önerilerde bulunuyor.
Bilindiği üzere, idam cezası gerek önceki zamanlarda gerekse günümüzün bazı “modern” yönetimlerinde hukuki ceza sisteminin meşru bir seçeneği olarak tanıtılmaktadır. Öte yandan, kanun koyucu olan iradenin gözden kaçırdığı ya da göz ardı ettiği bazı temel hususlar vardır. Ceza hukukunun geneline hakim olan insaniyet ilkesinin cezaların infazında da uygulanması zamanımızda yaygın olarak kabul görmektedir. Buna göre, Fransız bir mahkumun belirli zamanlarda din adamlarıyla görüşmesine izin verilebilir. Aynı ilkeden hareketle insanların fiziki bütünlüğünü bozan cezalar da günümüzde hukuki bir yol sayılmamaktadır. Bu doğrultuda sistem, insanların vücut parçalarının ceza olarak kesilmesine ”ilkel” sıfatını atfederken, diğer yandan kişinin kanunlara uygun bir şekilde canının alınmasını meşrulaştırmakta; Bu da aklıselim her bireyin kafasını karıştırmaktadır.
 Ceza sistemlerinin temel dayanağı olan ıslah edicilik amacının bu tür bir cezada, suçlu olarak yargılanan kişinin ölecek olması sebebiyle güdülemeyecek olmaması da hukuk uzmanlarının dikkatini çekiyor olmalı. Ayrıca, ağır müebbet cezasına çarptırılan birçok kişinin dahi bazen on yıllar sonra masumiyetinin anlaşılmasıyla verilen tüm cezalar kısmen de olsa geri alınabilir durumda iken idam cezasının bu ihtimali peşinen kaldırması, hukuk sistemini benzer durumlarda aciz konuma düşüreceği aşikârdır.
İdam hükmü giyen kişiyi bir darağacında, elektrikli sandalyede ya da zehir zerk ederek yatakta infaz etmeye olanak sağlayan çeşitli pratikler mevcuttur. Etik ve hukuki olarak meşruiyeti sorgulanan bu yöntemlerde kimseyi kasten öldürmeyeceğine yemin etmiş doktorların da yer alması onlar ve onlara bu emri veren sistem için bir dilemmadır.
Bu konunun sosyolojik yönü hem sorunun çözümünü kolaylaştırmakta, hem de benzer vakaların azalması adına kilit bir rol üstlenebilir; Zira suçlu her ne olursa olsun toplumun bir üyesidir ve işlediği suçu eğitiminden, deneyimlerinden, ailesi ve toplumla olan etkileşiminden bağımsız düşünmek bariz bir gaflettir.
İdam cezasının meşruiyetini empati kurarak savunan insanlar kişisel nefretlerini "empati" adında gizlemekte ve toplumun bireylerden daha merhametli, erdemli olarak üstleneceği rol modelini umursamadıklarını ortaya koymaktadırlar.
İdam cezasının yokluğunda, suçlu kuvvetle muhtemel ağır hapis cezasına çarptırılacaktır. Bu, aynı zamanda barınak, erzak vb. ihtiyaçlarının çok büyük kısmının toplumun vergisi le karşılanması anlamına gelir. Toplumun bu fedakarlığının tek mantıklı açıklaması olabilir: suçlunun rehabilitasyon vasıtasıyla tekrar kazanılması. Bu hususta en büyük görev ise önce toplumun kendisine daha sonra da devlete düşmektedir. Rehabilitasyon kazanılabilir ya da suçlu eski hayatını sürdürebilir çünkü bu bir mücadeledir. Oysaki idam cezasının anlamı ancak mağlubiyet olabilir.
Kim bilir, toplumun ve devlet kurumunun üzerine düşeni yerine getirmesi, hukukun kendi ilkelerine saygılı şekilde işlemesi halinde bir gün bu tartışmaya gerek bile kalmayabilir. Bu bir temennidir ve ümitvar olmak hakikatı bulmak adına insanın en makul seçeneğidir.

19 Nisan 2012 Perşembe

İyi Yolculuklar

 Mezar taşlarını okumak unutkanlık yapar derler, derler de kendime dinletemem, okurum çünkü ancak o an kulaklığımı çıkarabiliyorum, düşünebildiğimi hatırlıyorum, hayali senaryolar yazıyorum, sonları birbirinin aynı olan senaryolar. 
 Hayal edemez olmuşum bu aralar, yaşanmışları dahi garipsiyorum. Osmanlıca yazıyor bu merhumun mezar taşı.Bana ütopik geliyor Osmanlıca yazılan zamanlar. Çünkü ben her şeyden haberdar olduğumu ve eskimeyeceğimi sanıyorum "o vakitte de insan mı yaşarmış yahu!" minvalinde kendim de şaşırdığım cümleler kuruyorum.


Zaman geçer ama eskimez derdim kendime o bile eskir.
 Ne yaşamış olabilir ki bu insan?
Güzel bir çocukluk? hmm, belki
Fakirlik? Vaktin şartlarını düşününce mantıklı
Sevda? Elbette mümkün, insan sever çünkü. Belki de sevmemiştir gudubet bir karısı vardır adamın ya da yoktur karısı. Kız istemek gibi aksiyon dolu olaylara bile girişmiş olabilir merhum.
İş? Esnaf olabilir, işçi ya da hoca bilemem ki. Neyse burayı kısa keseceğim.
 Dikkatimi ne çekti biliyor musun? 3 günün birinde geçiyorum önünden ziyaretçisini görmedim henüz merhumun. Bir zaman sonra benim adımı hatırlayanın olmayacağı gibi bu adamı da hatırlayan yok işte. 
 Merhumun arkasından atıp tutuyorum diye kızıyorsunuz değil mi? Yok canım olur mu sadece somut düşünebilmek adına örnektir o, eksik olmasın. 
 Buraya kadarı bayat bir kurguydu değil mi? 
-Ehh
  Öyleyse net bir şey söyleyeyim: bu adam ölü, edebiyattan anlamadığım ne kadar bariz lafı dolandırmadım fazla; ölü dedim çünkü adam ölü. Cidden bak, tam önümde duruyor. Burası düşünmeye değer bir konu her seyahatin sonu burada bitiyor, aslında bitmiyor lan, o da tramvaydaki bayanın  her seferinde dediği gibi 'aktarma noktası.' Pasomuzu bastık bir iki durak ilerledik. Yolculuk sırasında bazı arkadaşlar eşsiz manzaralar görüyor bazısının gözleri kapalı. Ah bir açabilsem o uyku dolu gözleri de yağmuru da ormanı da cam kenarından izlesem, okusam, yazsam.
 Bir de iyi dilekte bulunayım dostum, iyi yolculuklar!