"..kimse için ölmeyi hak etti
demeyiniz, ölenlerin pek çoğu da yaşamayı hak ediyor;
Onlara yaşamı geri verebilir
misiniz?"
J. R. R. Tolkien
İdam insanlık tarihinin en eski uygulamalarından biri
olsa da geçen binlerce yılın ardından hâlen üzerinde müttefik olunmaması,
konunun sayısız dinamik etkene ( çeşitli kültürler, dinler, politikalar vb.)
bağlı olmasına yorulabilir. Elinizdeki yazı da idam cezasının ve kavramının
nasıl ele alınması gerektiğine dair bazı önerilerde bulunuyor.
Bilindiği üzere, idam cezası gerek önceki zamanlarda
gerekse günümüzün bazı “modern” yönetimlerinde hukuki ceza sisteminin meşru bir
seçeneği olarak tanıtılmaktadır. Öte yandan, kanun koyucu olan iradenin gözden
kaçırdığı ya da göz ardı ettiği bazı temel hususlar vardır. Ceza hukukunun
geneline hakim olan insaniyet ilkesinin cezaların infazında da uygulanması
zamanımızda yaygın olarak kabul görmektedir. Buna göre, Fransız bir mahkumun
belirli zamanlarda din adamlarıyla görüşmesine izin verilebilir. Aynı ilkeden
hareketle insanların fiziki bütünlüğünü bozan cezalar da günümüzde hukuki bir
yol sayılmamaktadır. Bu doğrultuda sistem, insanların vücut parçalarının ceza
olarak kesilmesine ”ilkel” sıfatını atfederken, diğer yandan kişinin kanunlara
uygun bir şekilde canının alınmasını meşrulaştırmakta; Bu da aklıselim her
bireyin kafasını karıştırmaktadır.
Ceza sistemlerinin
temel dayanağı olan ıslah edicilik amacının
bu tür bir cezada, suçlu olarak yargılanan kişinin ölecek olması sebebiyle
güdülemeyecek olmaması da hukuk uzmanlarının dikkatini çekiyor olmalı. Ayrıca,
ağır müebbet cezasına çarptırılan birçok kişinin dahi bazen on yıllar sonra
masumiyetinin anlaşılmasıyla verilen tüm cezalar kısmen de olsa geri alınabilir durumda iken idam
cezasının bu ihtimali peşinen kaldırması, hukuk sistemini benzer durumlarda
aciz konuma düşüreceği aşikârdır.
İdam hükmü giyen kişiyi bir darağacında, elektrikli
sandalyede ya da zehir zerk ederek yatakta infaz etmeye olanak sağlayan çeşitli
pratikler mevcuttur. Etik ve hukuki olarak meşruiyeti sorgulanan bu yöntemlerde
kimseyi kasten öldürmeyeceğine yemin etmiş doktorların da yer alması onlar ve
onlara bu emri veren sistem için bir dilemmadır.
Bu konunun sosyolojik
yönü hem sorunun çözümünü kolaylaştırmakta, hem de benzer vakaların azalması
adına kilit bir rol üstlenebilir; Zira suçlu her ne olursa olsun toplumun bir
üyesidir ve işlediği suçu eğitiminden, deneyimlerinden, ailesi ve toplumla olan
etkileşiminden bağımsız düşünmek bariz bir gaflettir.
İdam cezasının meşruiyetini empati kurarak savunan
insanlar kişisel nefretlerini "empati" adında gizlemekte ve toplumun
bireylerden daha merhametli, erdemli olarak üstleneceği rol modelini
umursamadıklarını ortaya koymaktadırlar.
İdam cezasının yokluğunda, suçlu kuvvetle muhtemel ağır
hapis cezasına çarptırılacaktır. Bu, aynı zamanda barınak, erzak vb.
ihtiyaçlarının çok büyük kısmının toplumun vergisi le karşılanması anlamına
gelir. Toplumun bu fedakarlığının tek mantıklı açıklaması olabilir: suçlunun rehabilitasyon vasıtasıyla tekrar kazanılması.
Bu hususta en büyük görev ise önce toplumun kendisine daha sonra da devlete
düşmektedir. Rehabilitasyon kazanılabilir ya da suçlu eski hayatını
sürdürebilir çünkü bu bir mücadeledir. Oysaki idam cezasının anlamı ancak
mağlubiyet olabilir.
Kim bilir, toplumun ve devlet kurumunun üzerine düşeni
yerine getirmesi, hukukun kendi ilkelerine saygılı şekilde işlemesi halinde bir
gün bu tartışmaya gerek bile kalmayabilir. Bu bir temennidir ve ümitvar olmak hakikatı
bulmak adına insanın en makul seçeneğidir.